viernes, 22 de junio de 2012

LUDOTECA -OYUNCAK KUTUPHANESI NEDEN BIZDE DE OLMASIN?





Dün ögleden sonra eve dogru yürürken, yol üzerindeki bir kalabalik dikkatimi çekti. Hep "Acaba burasi nasil bir yer?" diye kendime sordugum bir binanin içinde, bahçesinde bir senliktir gidiyordu. Çocuklar, ellerinde köpükten balon yaptiklari aletler- ki adini bilmiyorum- ve sirilsiklam olmus üst baslariyla eglencenin keyfini çikariyorlardi, anne babalar da tabii. 


Bu senligi ardimda birakirken bir kütüphaneyi andiran ve kapisinda LUDOTECA yazan bu toplanma yerinin nasil bir görevi oldugunu sordum kendime ve internet üzerinden arastirmaya basladim; aldigim yanit ise, bir egitimci olarak oldukça tatmin ediciydi. Simdi gelin anlatayim size neymis bu LUDOTECA!


LUDOTECA YANI OYUNCAK KÜTÜPHANESI

Türkçemizdeki tam karsiligi OYUNCAK KÜTÜPHANESI olan LUDOTECA, Ajuntament de Barcelona(Barselona Belediyesi diyebiliriz)'ya bagli, halka açik bir kamu hizmeti aslinda. Tipki içinde kitaplar yerine oyuncaklar olan ancak onlari eve götürmek yerine çocugunuzla birlikte gelip oynadiginiz bir kütüphane gibi...Amaç çocuklara oyun oynamayi, kendi oyun alanini kullanmayi ögretmek, onlari yeni oyunlarla tanistirmak, ailelerin çocuklari ile birlikte oynamasina öncülük etmek ve hatta onlari egitmek; ayrica çocuklarin kaynasmasini, sosyallesmesini saglamak gibi bir misyonu var. 0-12 yas arasi (15'e kadar çiktigi oluyor) her çocugun gelip yararlanabilecegi bir mekan. Pedagojik açidan 0-5 ve 6-12 yas olmak üzere 2 gruba ayriliyor; zira gruplarin oyun algilari ve oynama sekilleri farkli. Eger çocugunuz ilk gruba dahilse yaninda mutlaka bir refakatçi gerekiyor- anne, baba, dede ya da sizin uygun gördügünüz biri-, diger grup için böyle bir zorunluluk yok ama siz gitmek istiyorsaniz çocugunuzla vakit geçirme açisindan bu bir arti.


HANGI ZAMAN DILIMINDE HIZMET VERIYOR?

Barselona içinde sayilari 10 olan bu yerler(*) Eylül-Haziran tarihlerinde haftaiçi 17.00-20.00, cumartesi 10.00-13.00 arasi hizmet veriyor.-gerçi bu bilgiyi LUDOTECA OLZINELLES'ten aldim, her semttekinin çalisma saatleri ayni olmayabilir- Tabii bu sadece ailelere yönelik olan, zira gün boyu is sebebiyle çocuguyla ilgilenemeyen ve haftasonu ise yine bir aktivite arayan anne babalar için oldukça uygun bir zamanlama. Bunun disindaki zamanlarda ise -özellikle haftaiçi - okullardan gelen gruplari agirliyor, haftasonu geride kalan zamanlarda ise 10- 15 yas arasi çocuklar için. 

Yaz döneminde 3,4,5 yaslar için 5 haftalik aktivite programi da hazirlayan bu kütüphaneler bu yönüyle hem anaokulu  hem yaz okulu gibi. 


ANAOKULUNDAN FARKI NE?

Öncelikle anaokulundaki gibi hadi çocugumu birakayim, aksam is dönüsü gider alirim diye bir sey yok. 80 civari kayitli ziyaretçisi olan bu yerlere ancak siz de gelirseniz bir anlami oluyor. Çalisanlarin çocuklariniza bakma gibi bir sorumlulugu yok. Ama yardimci olma açisindan var. Hazir onlara deginmisken söyleyeyim, hepsi -bir sorumlu ile yapilan röportajdan duyduklarima göre(**) pedagojik egitim almis; üstüne, oyuncaklar konusunda uzmanlasmis kisiler. Genelde gönüllü olarak çalisiyorlar ve bu sekilde çalistiklari ya da üyesi olduklari baska organizasyonlar da var. 

Anaokulundan bir diger farki da orada kalis süreniz. Yaygin olan süre yarim saat, ama çocugunuz o gün çok fazla resim yapmak istiyor ve bu bir kaç saat anlamina geliyorsa da kimse aman sen çok uzun kaldin, hadi git de baskalari kalsin demiyor. 

Üstelik bir anaokulunda oldugu gibi bir egitim programi yok, zira öyle bir görevi de yok. Yalnizca her hafta uygulamaya çalistiklari atölye çalismasi - ya da simdilerde popüler olan tanimla WORKSHOP-aktivitesi var. Haftanin belirli günü gelen egitmenler-onlarin degimiyle TALLER- uzman oldugu alanda çocuklarla birlikte bir grup etkinligi düzenliyor. Bu etkinlikler, kimi zaman bloklardan ya da logolardan bir sey üretme, kimi zaman birlikte bir oyun oynama, kimi zaman benim de sahit oldugum sekilde köpükten baloncuk yapma, kimi zaman bir hikaye okuma ya da bir kolaj çalismasi yapma seklinde gerçeklesiyor.

BU KÜTÜPHANELER NEYE BENZIYOR?

Içerisini bizzat gidip görme sansim olmamakla birlikte yapilan röportaji ve edindigim bir kaç fotografi referans alarak sunlari söyleyebilirim:






Kütüphane iki kisimdan olusuyor: açik alan ve kapali alan. Açik alan bazen küçük bir lunaparki andiriyor. Burasi kaydiraklar, arabalar, açik alan aktiviteleri için uygun diger materyaller ve spor aktiviteleri yapabilecekleri minik sahalardan ibaret. Malzemeler tasinabilir olduklarindan bahçeye istenen oyuncaklarin alinmasi da sadece istek meselesi.

Kapali alan ise bir kaç katli. Içi ise yaklasik 3000 - belki daha fazla- oyuncaga ev sahipligi yapiyor. Üstelik sadece oyuncaklar degil, konusuna göre yaratilmis alanlar da mevcut. Mesela küçük bir mutfak, bir istasyon, bir kamp alani, bir tiyatro sahnesi, akliniza gelebilecek herhangi bir dekor bu alan için yaratilmis demektir. Amaç ise çocugu sosyal yasantiya alistirmak. Düsünün ki çocugunuzla bir yemek nasil yenir oyunu oynuyorsunuz, elinizin altinda onun boyutlarina göre düzenlenmis bir masa var, bir grup baska çocuklarla birlikte masayi kuruyor, çatal biçak tutma alistirmasi yapabiliyorsunuz. Ya da trafik kurallarini ögretmek için hazirlanan küçük pisti kullaniyor, hep birlikte karsidan karsiya geçiyorsunuz.





Bu sembolik alanlarin yaninda, çocuklarin kendi baslarina olabilecegi, oynayabilecegi daha pek çok alan bulunuyor. Çocugunuz resim yapmak, bebeklerle oynamak, bir puzzle ile ugrasmak istiyorsa yine bu alanlarda ister sizle ister tek basina vakit geçirebiliyor.

NASIL YARARLANABILIRIM DIYENE...

Oyun çaginda bir çocugu olup bu yerlerden yararlanmak istiyorsaniz yapmaniz gereken oraya bir ziyaret gerçeklestirmek, zira nelerle ugrasabileginiz, hangi kurallara dikkat edeceginiz ilk seferinde anlatiliyor, tüm alanlar ve islevleri sizinle paylasiliyor. Eger ki çocugunuzun ilgisini çekmisse ki çekmemesi mümkün degil, ikinci ziyaretinizde kararinizi veriyorsunuz. Bu hizmete karsilik bir ücret ödemeniz gerekiyor, miktari ögrenmek için bir kaç site karistirdim, ancak ulasabildigim tek bilgi yaklasik 150 euro civari oldugu. Tabii tereddütünüz varsa bunun yerine her geldigimde ödeme yapmak istiyorum derseniz de kimse size bir sey demiyor.

 Bunun disinda kullanim gayet basit, "Anne, hadi oynamaya gidelim" diyen çocugunuza eslik etmek ve vardiginizda oyun oynayan digerlerine ve oyuncaklara saygi duymasini tembihlemek. 

Özellikle kis aylarinda disarida oyun oynayamayan çocuklar için bulunmaz firsat olarak gördügüm bu yerler sadece kendi vatandaslari için hazirlanmis da degil üstelik, hangi ülkenin vatandasi olursaniz olun burayi kullanma hakkiniz var. Ortama adapte olmak için hem çocugunuz hem de size kolaylik bile sagladigi söylenebilir, zira diger ülke vatandaslarina ayri bir program uygulamak yerine- ki bu irkçi bir yaklasim olurdu- "oyun" gibi basit ve evrensel bir olguyu kullanarak herkesi bir noktada birlestirmeyi daha uygun bulmayi yegledikleri bir gerçek.

Bunlara ek olarak söyleyebilecegim bir kaç sey daha var. Ilki her gün bir yeni oyuncagin çiktigi ve nasil kullanildigini bilmediginiz ve bununla birlikte çocugunuzun israrla o oyuncagi almanizi istedigi bir durumla karsi karsiya kalma haliniz. Ne yapacaksiniz? Bu ve benzeri sikayetleri olup LUDOTECA'lara gelen her anne baba gibi önce buraya gelip oyuncagin islevini görme, sonra enine boyuna düsünme ve sonra da alip almama sansina sahipsiniz.Çocugu olmayana bu durum komik görünebilir ama anne babalar için eminim ki bu durum SIKLIKLA karsilasilan ve çözülmesi zor olan bir durumdur.  

Ikinci ve güzel buldugum baska bir olay ise okullarin da bu kütüphanelerden yararlanabilme olanaklari. Zira bir ögretmensiniz ve bir etkinliginiz için ihtiyaç duydugunuz malzemeniz yok.- genelde çok pahali olduklarindan okullar tarafindan alinmayabilir- Bu durumda bu yerlerden belirli bir gün talep ediyor ve ögrencilerinizle bir etkinlik gerçeklestirebiliyorsunuz. Hatirliyorum da, matematik dersim için gerekli üç boyutlu puzzle'larin sayisi yeterli degilken her ögrenciye oynatacak malzeme bulmakta, ihtiyaç duyduklarimi ise okul yönetimine aldirmakta zorlandigim günlerin sayisi hiç de az degildir. 

Iste bir oyuncak cenneti sayilabilecek bu yerlerin, bu -küçük bir ayrinti gibi gözükse de aslinda kanaatimce büyük bir devrim sayilabilecek- kütüphanelerin; oyunu çocuklar için zamani geçirme ya da ayagimiza dolanmaktan alikoyma olarak degil, çocugumuzun zihinsel, fiziksel ve ahlaki gelisiminin bir parçasi olarak gören anne babalar ve ögretmenler için bulunmaz birer firsat oldugunu düsünüyor; enerjisini 4+4+4 gibi tamamen çag disi uygulamalara harcayan politikacilar- politikaci egitimden ne anlar, egitim egitimcinin isidir diyen azinligi duyuyor ve destekliyorum- yerine, bu ve benzeri uygulamalari hayata geçiren daha çagdas yöneticiler ve yönetimler görmeyi temenni ediyorum. Ama simdilik ümitsizim, çünkü adim gibi eminim ki böyle bir öneriyi ile geldiginiz her hangi bir üst yönetim "Dikkat komunizm geliyor" diyerek sizi reddeder. Zaten tüketim hastaligina yakalanmis ülkemizde "Paylasacagima alirim daha iyi" diyen ve çocuklarina paylasimciligi, bir bütün olmayi degil bireyselciligi -bencilligi ögreten aileler de buna pek sicak bakmaz. Lakin onlar burun kiviracak diye hayallerimizden de geri adim atmak olmaz. Bu nedenle belki(!) birilerine ilham kaynagi olabilecegimi umuyor, elime geçen ilk firsatta da önce kendi köyümün, oyuncagi tarladaki kazma kürek zanneden çocuklarina böyle bir hizmeti küçük de olsa saglamayi ümit ediyorum.

Sevgiler
Barselona,Haziran 2012





(*) Barselona'da yasayan ve henüz bu konuda haberi ve bilgisi olmayanlar icin :



(**)Bu röportajin tamamini KATALANCA olarak bu linkten edinebilirsiniz(Çevirisini yapip altyazi seklinde ekleme yapacagim ama bugün degil): 

jueves, 21 de junio de 2012

ULASIM LIGINDE ISTANBUL VS BARSELONA

Buraya ayak bastigim ilk günden beri gördügüm en güzel seylerden biri trafik çilesinin olmamasi -Katalanlar trànsit diyor, zira tràfic kelimesi bizim kullandigimiz uyusturucu trafigi gibi bir anlam içeriyor.- Hele ki on yildan fazla Istanbul'da yasayip, bir yerden bir yere varmanin en az yarim saat demek oldugunu kaniksiktan sonra...


Nüfusunun turistlerle birlikte 3 milyon anca oldugu sehir -Kadiköy ilçesi kadar ya var ya yok- hem yasayanina hem gezenine rahat bir ulasim olanagi sunuyor. Nasil mi? 


METRO 

Sanirim bir metropolitanda bulunmasi gereken en önemli ulasim araçlarin birisi olan metroyu sehre adapte etmesi basarilarindan bir tanesi. Istanbul'daki gibi yalnizca bir yöne giden bir hat degil, tüm sehri rahatlikla dolasabileceginiz, birbirlerini en az bir noktada kesen 5 hatti var. Bunlara tren hattini da eklersek sayi ikiye katliyor, zira bir aktarma yaparken metrodan trene kolaylikla ziplayabiliyorsunuz. Caniniz bir yere mi gitmek istedi, bir restoran, bir müze, deniz kenari, dag tepesi...haritaya bakiyorsunuz, hangi sokak-burada ayni isimde iki sokak neredeyse yok, dolayisiyla yolunuzu bulmaniz çok daha kolay, karistirma ihtimali sifira yakin-o sokaga en yakin metro istasyonunu zorlanmadan bulabiliyorsunuz. Düsünün ki Maltepe'de oturuyorsunuz, caniniz Altunizade'ye çikip gün batimini izlemek istedi. Hoop bakiveriyorsunuz ki tepeye en yakin istasyon X, ama baska bir hattin duragi, olsun, nasil olsa Acimadem'de aktarma yapabileceginiz gözüküyor, öyle yer üstünden, öldürücü alt-üst geçitlerden filan degil, direkt yerin dibinde birinden öbürüne jet hiziyla geçis yapip en fazla yirmi dakikada gideceginiz yerde oluyorsunuz. Hafta içi 24.00, cumalari 02.00, haftasonlari sabaha kadar hizmet veren metro bu haliyle bizde de olsaydi ne güzel olurdu degil mi? Ama bir hatti bile senelerce dogru düzgün yapamayan, zamaninda da yerin dibinden araç mi gidermis, üstünden gitsinler de yaptiklarimizi görsünler diyen becerikli ve akilli yöneticilerimizle bu is biraz daha uzayacaga benzer...


Metro davasi burada kapanmadi lakin baska ayrintilarini baska basliklarda yazacagimdan simdilik burada noktaliyorum.





BISIKLET 
Gelelim, benim en çok sevdigim, kullanimi en kolay, en ucuz olan ulasim sekline...Bisiklet! Insana sayginin yaya geçitlerinden anlasildigi bilinir, ben bir de bunun üstüne bisiklet yollarinin varliginin da bir gösterge oldugunu düsünmekteyim. Yollar sahsi araçlarin, otobüs ve taksilerin, bir de bisikletlerin yolu olmak üzere üçe ayriliyor. Bunun olmadigi ara yollar da var - oralarda bir bisikletlinin kazasiz belasiz gitmesi daha kolay - ancak ana yollar ve merkezi ulasim açisindan degerlendiriyorum. Bu bisiklet yollarini ister kendi bisikletinizle, ister yönetimin bir özel sirket araciligiyla sagladigi bisiklet hizmetiyle kullanabiliyorsunuz ki benim kendi bisikletim olmadigindan ikinciyi tercih ediyorum. Buraya geldikten sonra edindigim kimlik numaramla internet üzerinden yaptigim basvuru sonucunda, yillik da belirlenen miktar ücretini yatirarak-30 küsur eurodan 40' a çikti-bir hafta içinde manyetik BICING kartima kavustum. Bununla birlikte özgürlügüme de...Zira metro agindan daha yaygin bisiklet istasyonlari var- sitesinden baktim, 428 tane-, neredeyse ana yollardaki bisiklet yollarinin hemen yaninda her 500 metreye bir, ara sokaklarda, meydanlarda vs vs...Evimden çiktiktan sonra 5 dakika yürüme mesafesinde bir istasyona ugrayip, istasyon basindaki panele kartimi okutup onun seçtigi bisikleti aliyor, koltugunu kendime göre ayarlayip dogruca gitmek istedigim yöne dogru kendi yolumdan gidiyorum.



-Baslangiçta trafige çikmanin oldukça korkutucu geldigini söyleyebilirim ancak çok yüksek çogunlugun trafik kurallarina uydugu bir ortamda bu korkumu çabucak üzerimden attigim da bir gerçek.- Gitmek istedigim yere ulastigimda da illaki orada bir baska istasyon oldugundan oraya birakiyor, ne park, ne kalabalik ne de yol ücreti derdi ile ugrasiyorum. Gerçi bazen bu hizmeti sunan sirketin hizmetlerinden sikayetçi olmuyor degilim. Zira istasyonda bisiklet bulunmamasi, ya da dolu olmasi, bazi bisikletlerin kullanim disi kalmasi-kilitlenmesi ya da yenilenmesi gibi durumlarla karsilasiyorum ama gece 2'ye kadar kullanabildigim bu hizmeti yine de tatmin edici buluyorum. Ve istiyorum ki bu hizmet dünyanin her yaninda yayginlassin. Yayginlassin ki ozonu delme, soludugumuz havayi kirletme, petrol savaslarina sebep olma, trafik canavari yetistirme gibi sinifta kaldigimiz eylemlerin sayisi azalsin...Ama yeditepeli Istanbul'da bu biraz zor. Zira kimse tirmanmayi istemez, köprüden zaten geçemez, bir de çilgin minibüs ve otobüs soförleri ile ayni yolda boy ölçüsemez...Ama belki engebesi olmayan ve daha az nüfuslu diger sehirlerimizde uygulanabilir, uygulanmali...Belediyelere buradan duyurulur...



OTOBÜS
Istanbul'un olmazsa olmasi IETT'ler yani otobüsler burada da var. Genelde kisa mesafeli olanlar kentin yasli sakinleri tarafindan kullaniliyor, uzun mesafeliler ise treni kaçiranlar ya da tren istasyonu olmayan yerler için. Dogruyu söylemek gerekirse gündüzleri  neredeyse hiç kullanmiyorum ama bu sicak günlerde ikinci bir alternatif olabilir diye düsünmeye de basladim, zira hepsi klimali oldugundan sicakta rahat bir nefes alabiliyorsunuz. Bunun haricinde otobüslerin en sevdigim yönü gece yarisi itibariyle NIT BUS dedikleri sistemin baslamasi ve sabah 6'ya kadar her yirmi dakikada bir hareket etmesi.-dikkatinizi çekiyorum, zira Istanbul'da gece saatlerce otobüs bekledigimi bilirim- Özellikle partilerinin bitmedigi gerçegi ile ulasimi yan yana koyarsak, gecenin kaçinda olursa olsun ve ne kadar sarhos olursaniz olun parti sonrasi mutlaka evinize dönebileceksiniz. 

DIGERLERI
Bunlarin haricinde ulasima destek veren tramway, denizi daga baglayan teleferik, benim hiç kullanmadigim ama arkadasim SEBO sayesinde birkaç kez bindigim taksi, ilçeler arasi ulasimi saglayan tren ve kisisel ulasim araçlari arasinda olsa da gençlerin SIKLIKLA kullandigi paten, rollerblade, scooter ve kaykaylar da Barselona trafiginin ve günlük hayatin bir parçasi. Üstüne DOLMUS ve MINIBÜS diye birsey yok. :D Hal böyle olunca, toplu tasima araçlarinin cazibesinin artmasi ve trafigi azaltarak herkese bir nefes aldirmasi da kaçinilmaz hale geliyor. Istanbul'daki kaosa çözüm arayip hala bulamayanlar ya da çözüm diye metrobüs çilesini kullanima sokanlarin kulagina küpe olsun diyelim. 




E o kadar yazdik, olur da buralara gelmek isteyen olursa ellerinin altinda ulasimla ilgili hazir bir link olsun degil mi? http://www.tmb.cat/es/home tüm tarifelere, hatlara ulasabileceginiz, ulasimin resmi sitesi.
Trafikte sabir dileklerimle...
Barselona, Haziran 2012

miércoles, 20 de junio de 2012

ÇIPLAKLAR PLAJI

Aslinda yazinin basligi hiç de hosuma gitmedi ama baska ne karsiligi var ki Türkçe'de? Geçen hafta twitterda kullandigim NUDIST PLAJ ifadesine - bunun anlami ne ki?- diye sorular gelince baska bir çözüm de göremedim dogrusu.

Yaz sezonu açilinca, -ki buradaki anlami suya girmek, güneslenmek degil- herkes gibi ben de - esimle birlikte- kendimi plaja atma eylemine giristim. Geçen yil nisan ayinda ilk kez kesfettigim Akdeniz'in bu kuzey bati yakasinin plaj aliskanliklarini da o tarihten beri ögreniyorum.

Yil içinde her daim çok turist alan sehir içi plaji-Barceloneta-yazla birlikte igne atsan yere düsmez hale geliyor. Tüm Avrupa'dan-özellikle Ingilizler, Ruslar, Fransizlar -memleketim Türkiye'den ve hatta Asya'nin öteki ucundan pek çok insani agirliyor. Agirliyor agirlamasina da sehir sakinleri de bir o kadar rahatsiz oluyor bu durumdan. Zira "topless " güneslenmenin ne yadirgandigi, ne de -özgürlukler ülkesi ABD'de oldugu gibi- yasaklandigi, bunun yani sira ciplak denize girmenin normal sayildigi bir yer burasi. Esimin anlatmasina göre henüz daha geçen yil yolda ciplak dolasmak yasaklanmis, o da turistler yüzünden! Ancak gel gör ki özellikle asiri cinsel baski gören yerlerden gelen sakinler bu normalligi firsat bilmekte gecikmiyor. Özellikle memleketim gençliginin bu kalabaliga karisip manavdan meyve begenir gibi gögüs ölçüsü begenmesine bizzat sahit olmuslugum çoktur. Bu tacizvari yaklasimlar ve kalabaliktan kaçan halk - ki olmayanlar da var- bu asiri yogun plajin hemen birkaç yüz metre ilerisine yine herkesin girebildigi, ayakli içki saticilari Hindistanli-Pakistanli-Faslilardan, masajci uzak dogulularina, her milletten insanin var oldugu ama nisbeten biraz daha sakin bölgeye gitmeye basliyor.

Iste böyle bir yerin varligini ögrenmem ile kendime sorular sormaya baslamam ayni ana rastliyor...

Kendimle barisikligim, esimin rahat tutumu ve hatta beni motive edip duruma alistirmasi, e zaten dünden de razi gönlümle utangacliktan eser kalmamasi sebebiyle bu kadar kalabalik insan toplulugunun içinde onlar gibi olmak çok da zor olmuyor. Ancak kafamda sorular, ile cevap arayan gözlerim de rahat durmuyor. Bakislari tek tek kontrol ediyorum, yalnizca bana olanlari degil, baskalarinin baskalarina nasil baktigini da gözlemlemeye çalisiyorum. Ama yüzlerinde rahatliktan, dogalliktan baska bir sey görmüyorum. Ve soruyorum:
Neden biz de bu kadar rahat olamiyoruz? "Birak birseysiz dolasmayi, omuzunu bacagini gören havlusunu senin dibine dayamaz mi? Hele ki yalnizsan...sana sözle, bakisla tacizde bulunmayi ebedi görevi saymaz mi?" diyorum içimden. Ama burada nice kadin gördüm ki tek basina, anadan dogma, hicbir rahatsizliga sahit olmadan zamanini geciriyor..Is böyle olunca da bana da bizim adimiza üzülmek düsüyor.

Kadinlari geçtim, erkeklerde de en ufak utanma, SIKILMA, rahatsiz olma ya da verme durumu görmüyorum. Gaylarin yogun oldugu bu ortamda tabii ki rahat ettikleri düsünüyorum,-onlari ayri yazacagim- ama bizzat esim de onlar kadar rahat olunca isin gay olmaktan geçmedigi sonucuna ulasiyorum.

Nice kadinli erkekli, yalnizca kadinli ya da yalnizca erkekli arkadas gruplari var ki birbirlerini gördüklerinde oturduklari yerden kalkip birbirini selamlamaya, öpmeye gidiyorlar. Yine ne üstlerinde bir sey, ne yüzlerinde bir utançla.Ayrica kimse birbirinin bacak arasina gözünü dikmediginden, kimsenin "kiminki daha büyük?" sorunsalina girdigini sanmiyorum.

Durumlar böyle olunca ben de bunu nasil basardiklarini anlamak istiyorum dogrusu ama henüz anlamadim. Zira latinlerin seks ile aralarinin iyi oldugu gerçegi ile yanyana koydugumda bu ikisini birbirinden nasil ayirdiklarini bilmiyorum, ancak kendimce çikardigim sonuç su:

Özellikle dini baskilardan kendini arindirmis, ciplakligi dogallik olarak gören, cinsel dürtülerine hakim olmayi ve onlari tatmin etmeyi ögrenmis herkes böyle rahat olabilir...

Darisi bizim basimiza demek yanlis bir beklenti ama en azindan sahil tacizcilerinin yok olmasini dilemek istiyorum.

Sevgiler.
EG

Barselona, Haziran 2012


SANDIKLARIN AĞIRLIĞI KADAR TAŞ DÜŞSE DE AKILLANMAYACAKLARA ÖĞÜTLER....

Sandığa gittim, "HAYIR" dedim.Duyduklarım, gördüklerim çoğumuzun ne için sandığa gittiğimizin farkında bile olmadığımızı gösterdi.Genç bir kız diyordu ki,çok kalabalıksa vermeden geleceğim.Aferin dedim içimden.Çok kalabalık ödeme kuyrukları...nda 5 liralık bez parçası için saatlerce beklersiz,çok kalabalık Sortilere mortilere girmek için yağmur yaş demeden kapı önlerinde sefilce beklersin.İş elle tutulur birşey yapmaya gelince "ÇOK KALABALIK" aferin!!Yaşı 23-24 iki genç delikanlı, bastıkları mühürün neresi olduğunun bile farkında değiller mutlaka,pusula ile zarfı getirip sandık başkanının eline verdiler.Sen nasıl reşitsin dedim yüksek sesle,nasıl oy kullanacağını öğrenemeyene mi öğretemeyene mi, koyuna mı kurda mı kızayım bilemedim!!Zarf açık, pusula açık, sonra adamların canı çekiyor tabi açık zarflardaki oyları kendi lehlerine değiştirmek için.Kısaca EĞİTİM ŞART.Ama öyle sadece sınava hazırlanarak eğitim, meğitim olmaz.Ki onlar bile şaibeliyken!!!UYAN ülkem UYAN.Anneler-babalar! dürüst, doğru adam olmayı öğretin çocuklarınıza;Öğretmenler! matematikten önce kafayı hileye değil iyiye, doğruya doğru kullandırmayı öğretin.Ey İMAMLAR! Arapların bilmediğimiz dillerini bir kenara bırakın, AKP yalakalığında vaazları bir kenara bırakın, çıplaklığın günah olduğunu söylemeyi bırakın da kafalardaki kapalı, gizli ve tehlikeli yerlerin yanlışlığından bahsedin biraz, yalancılığın, sahtekarlığın, hak yemenin en büyük günah olduğunu anlatın.!!!


12.09.2010

DUMANLI DÜET

Bir karşım var sende, 
İçinde ne rüzgardan, ne sudan aşınmış taşlar var, derinlerde; 
Ama tuzla buz olmuşlar var üzerlerinde; 
İçi zengin; 
Kullanmayı bilene; 
Sonra bu katman katman toprağın üzerinde soğuk esen rüzgarların var 

Seni yerkürenin bir şey dışındaki geri kalan herşeyiymiş gibi tasvir ettim işte 
Ansızın aklıma geldi. 
Şimdi sen de harcım toprak deyince cuk oturdu... 

Sonra düşündüm ki 
Ki bu düşünme saniyenin kaçta kaçı idi bilemiyorum, ama göreceliydi 
Bir "an" ama bir yaşam vardı sanki, 
O 60 milyonda birin yine bilmem kaçta kaçında sakin bir düşünce geçti, 
Ve tamamen senin yansımanmış gibi 
Tüm yaşamsal faaliyetlerini, tüm hareketlerini yavaş ve yoğun algıladım 
Ama ne can sıkıcı, ne bunaltıcı ne de korkutucu bir şey vardı bunda. 
Sendeki bu karışımın getirileriydi bunlar 
Zenginlik, bolluk 
Karışıklık, iç içe geçmişlik 
Ama karmaşıklık değil; 
Herşey olması gerektiği yerde, miktarda 
Ölçün doğanın ölçüleriyle dengeli; 

Ancak 
Tüm işler yolunda gibi gözükse de 
Bir eksiklik gördüm 
Tüm bu dengenin arasında bir boşluk 
Döngülerini sağlayacak her şeyin varmış gibi aslında 
Güneş ve su kendilerini sana vermişler, 
Yalnızca bir şey işte... 
Arkası gelmeden önce söyle bakalım, acaba kendini benim seni gördüğüm gibi görebildin mi? 
Sence bir eksiğin var mı 
Varsa nerede? 

"Eksik gerçekse orada bir yerlerde 
Kesin yerde 
Yeryüzünde. 
Değil. 
Artık değil. 
Bilemem." 

Birşey eksikse, ve benim bulmam gerekecekse: 
Acı. 
Ben kendi adıma onu buldum, zaten baştan beri eksik yaptım" 

Bir yanıyla doğru evet, 
Ama bir yanıyla değli, 
Sanıyor musun ki yeryüzünde herşey güllük gülistanlık? 
Seni toprağın yerine koyarken, aslında o acıyı da beraberinde koydum ben, 

Doğum ve ölüm en başta... 
Ya da eller ve makineler yerle bir etmez mi seni 
Bunların hepsi acı. 

"Mutlu olmak salt acı benim için, 
Acısı yoksa aşk yok 
Aşk yoksa da boşuna bunlar 
Elektirik, su faturaları ödemek, yaşamak boşuna..." 


Tezatların var işte içinde, 
Hepsini barındırıyorsun 
Hepimiz gibi... 


"Bir gün gelir 
Diğer güne sorar 
Kim kime doğuyor diye 
Bu gerçektir 
Ve çirkini ezer güzellik çoğu zaman 
Bizim acısız hayat kaçışlarımız var. 

Aşkın olanda bu his var 
Çünkü yakıtıdır aşkınlığın bu. 
Ve yakıt yoksa yol da yoktur 
Yol yoksa hedef... 
Hedefimiz yol olur sonra fark etmeden... 
Bu da acıyı bıraktığımız yere gidip almak zorunlulugudur. 
O acıyı alırız yoğun olarak biz. 
Zamanında yavaş yavaş alıp yaşamak varken yapmaz, 
Zor olana doğru adım atarız. 
Benim için yakıtın bittiği yerdedir acı... 
Nankör insanoğlunun basit ve bencil acısı..." 

............. 

Zihnimin iki yarısı ölçüsüz konuşuyor, 
Ölçüsüz saçmalıyorlar işte kimi zaman. 
Hangisi gerçek ben, hangisi olması gereken bilinmeden... 
Ne bir ilaç, ne bir zehir bendeki.. 
Kafadaki dumanların sebebi 
Yalnızca dağların yüksekliği. 

12.02.2010

SEYİRLİK

Elimi alistirmak adina, daha önce yazdigim bir iki seyi burada yeniden paylasmak istiyorum.
Çok kolay asik olup, kalbi çabuk kirilan biri iken, yine bir kirginlik sonrasinda bir anda yazivermistim.


SEYİRLİK
İki kukla,
Biri diğerinin neredeyse yarısı,
Kendilerinii insan sanıp dalmışlar kalabalığa.

Kadın olan tutmuş erkeğin tahta paçasından.
Hava soğukmuş.

İçlerindeki boşlukta akmış alkol,
Sızmış bir kaç damla deliklerinden içeri.
Tahta bacaklar biraz çarpılmış,
Tahta kalpler biraz hızlanmış.
Tahta bedenler sallanmış müziğin rüzgarında.
Bir tahta el, diğerini tutmuş,
İkincileri, ikincileri...
Tahta yüzler gerilmiş gülümsemek için.
Gülümsenmiş.

Gece sel gibi gelmiş,
Almış savurmuş ikisini de.
Düştükleri yer bir betonun dört duvarı...
Pamuktan yorgan, yastık.
Bir ateş yakmış iki kukla
İkisinin de ortasında.
Tahta dudaklardan kuru dokunuşlar akmış.
Bir parçasını vermiş biri diğerine...
Tahtalar paylaşılmış.

Gece bir zamk gibi yapıştırmış iki kuklayı,
Sabah bir bıçak gibi ayırmış.
Oynatıcı bile şaşmış bu işe.

Kendi eliyle koyduğu tahta kalbi,
Alıp düşmüş yola biri...
İçindeki boşluğa acı düşmüş diğerinin,
Sarıldığı nerede tahta bedeninin?

Şimdi kuklacı yenilere başlamış,
Bu ikisinden ayrı.
Kaçan kendinden,
Kalan, tahta kalbinden ayrı.

Kadın kukla bırakmış kendini bu kez rüzgara,
Ayakları, elleri çarpık,
Başı bir yanda,
İçi boş.

Erkek olan aynı rüzgarın öte yanında,
Savrulmuş diğerinden epeyce uzağa.
Başı ne yanda?
Elleri ayakları çarpık mı bilinmez!
İçi ise dolu kinle, kederle.

Kuklacı çoktan unutmuş ikisini.
Şimdi elinde yeni iki tanesi.
Kalabalığın arasında,
Kendilerini insan zannedip yürüyor,
İçiyor,
Sevişiyorlar!

21.03.10

GENÇ KUŞAKTAKİ İKİLEM... - İLHAN SELÇUK


Bizlere isik tutacagina inandigim bir yazi...

GENÇ KUŞAKTAKİ İKİLEM... - İLHAN SELÇUK

Osmanlı'da devletin ve dinin başı tekti, birdi, aynıydı; padişah halifeydi.

1923'te Cumhuriyet kurulda, padişahlık tarihe karıştı, 1924'te halifelik kaldırıldı. 1925'te saat ve takvim uluslararası kurallara göre düzenlendi; 1341 yılında yaşayan Türkiye, kağıt üzerinde 1925'e atladı.

Arada 584 yıl var.

Gutenberg'in matbaasında ilk kitap yuvarlak sayıyla 1450'de, yani 15'inci yüzyılın tam ortasında basıldı; Osmanlu'da İbrahim Müteferrika, ilk matbaayı kurduğu zaman takvim 1729'u gösteriyordu.

İkisi arasında 279 yıl var.

Avrupa, din dogmalarının ağır bastığı medrese eğitiminden, aklın egemenliğine dayanan bilimsel öğretime 15'inci yüzyılda yöneldi.

Türkiye, medrese öğretimini 20'inci yüzyılda cumhuriyeti ilan edene değin yapısında taşıdı.

Arada 500 yıl var.

Osmanlı aydınları, 19'uncu yüzyılda Avrupa ile tanışmak olanağını buldular.

Aydınlanma yaşanıyordu Avrupa'da. Bu sürecin Rönesans ve Reform'dan daha değişik bir niteliği vardı. Rönesans ve Reform, Hıristiyanlık dünyasının iç hesaplaşması gibi görünüyordu. Rönesans ressamları kiliselerin tavanlarını süslüyor, Reform ise Papa'ya başkaldırı içeriyor; her iki büyük olgunun üstünde kilisenin kubbesi yükseliyordu.

Oysa 'Aydınlanma Devrimi', kilise şeriatına karşıydı.

Özgür insan doğuyordu.
Demokrasinin doğuşu demekti bu!..
Çünkü insan kul olmaktan kurtuluyor, dinin 'değişmez' kurallarıyla yönetilen toplum, 'değişebilir' yasalarla yeni bir düzen kuruyordu. Osmanlı aydınları, Avrupa'da Jöntürkleştikçe, yurtlarından dışlanacaklar; halkın gözünde yabancılaşacaklar, 'Con' diye anılacaklardı.

Avrupa'da 'yeni insan', sanayi sevrimiyle altyapısını oluşturmuştu.

Türkiye'de bu altyapı yoktu.

Osmanlı; tarım toplumuydu, köylüydü çoğunluk, şeriatçı kafa yapısıydı geçerli olan...

Bu sorun nasıl çözülecekti?..

Cumhuriyet devriminin öğretmenlere dayanması, eğitimi öngörmesi, öğretim temelinde Aydınlanma'yı yakalamaya çalışması, bilinçli bir atılımdır. Bir yandan devletçilik yöntemiyle fabrikalar açılırken; öte yandan genç kuşaklar 'yeni insan' kimliğiyle yetişiyordu.

Atatürk'ün "Büyük Nutuk" sonunda Cumhuriyeti gençliğe emanet etmesi boşuna değildi.

Köy Enstitüleri'nin açılışı 'yeni insan'a yönelişin en önemli aşamalarından biridir. Ne var ki sanayi burjuvazisi oluşmamış bir toplumda, ilerici atılımlar, gerici toplumsal güçlerin eliyle baltalanıyordu. İkinci Dğnya Savaşı'ndan sonra geçilen çok partili rejimde, feodal güçleri simgeleyen 'ağa-mütegallibe' ikilisinin 'irtica' ile işbirliğinde öğretmenlere sürekli saldırısı, Aydınlanma'yı durdurmak içindi.

2000'e yaklaşan Türkiye'de nüfusun yarısı tarım kesimindedir; köylülük hızlı göçle kentlerin varoşlarına yığıldı; ağalık ya da aşiretçilik Doğu Anadolu'da süregeliyor; sanayi burjuvazisi -oluştuğunca- laiktir; ama, bu sorun çözülmüş değil; endüstrileşme, toplumsal sınıflarını yeterince üretemedi.

Aydınlanma'nın eğitim seferberliğiyle gerçekleştiğini çok iyi ayrımsayan "irtica", öğretim terazisinin kefelerini medreseye göre ayarladı; 'yeni insan' yerine 'eski insan' genç kuşaklarda çoğalıyor.

Üstelik şeriatçılık ya da dincilik demokrasi adına yapılıyor. Herkes bilmelidir ki şeriatçılıkla demokrasi bağdaşmaz; mürteci eline ilk fırsat geçtiğinde, beşikteki demokrasiyi boğazlayacaktır.

Türkiye'nin bugün en büyük güncel sorunu da -ne yazık ki- budur.

İlhan SELÇUK
20 Mayıs 1997 tarihli yazısı